Tarihçe

Kimya sözcüğünün, kimyanın modern bir bilim haline gelmeden önceki haline karşılık gelen simya ile aynı kökenli olduğu düşünülmektedir. Simya sözcüğünün Arapça “Alkimia” sözcüğünden türediği sanılmaktadır. “Al” Arapçada belirli artikel, “Kimia” ise Eski Mısır dilinde “Chem” (kara toprak) ya da Yunanca “Chyma” (metal eritme) sözcüklerinden geldiği yönündeki görüşler ön plana çıkmaktadır. Kimya’nın tarihi Simya öncesi, Simya dönemi, Geleneksel ve Modern kimya dönemleri olmak üzere 4 ana başlık altında toplanarak incelenebilinir.

  1. Simya öncesi

Kimyanın bilinen tarihi Antik Mısır döneminde başlamıştır. MÖ 2000’li yıllarda Mısırlılar’ın kimyasal yöntemler kullanarak kozmetik tozlar ürettikleri iddia edilmektedir. Kral Hamurabi döneminde (MÖ 1792-1750) Babilleraltın, gümüş, civa, kurşun, demir ve bakır gibi metalleri tanımlanmış ve bu metallere semboller verilmiştir. Erken Yunanfelsefeciler (Sokrates öncesi düşünürler) doğal olayları doğaüstü olmayan nedenlerle açıklamaya çalışmışlar, bunun sonucunda da bu dönemde simya öncesi kimya biliminin temelleri atılmıştır.

2. Simya dönemi

Aristoteles’in fikirlerinden etkilenen simyacılar yaklaşık MÖ 320, MS 300 yılları arasında Yunanca konuşulan Akdeniz kıyılarında, Mısır’da, İran’da Aristoteles ve diğer Yunan filozofların teorilerini pratiğe geçirmeye başlamışlardır. Yine bu dönemde ilk defa simyacılar ucuz metallerden altın elde etmeyi mümkün kılması düşünülen felsefe taşını üretmeye çalışmışlardır. 13. yüzyıla gelindiğinde simya tüm Avrupa kıtasında yaygın bir hale gelmiş, örneğin dönemin önemli bilim adamlarından Raymundus Lullus İngiltere kralı tarafından İngiltere’ye basit metalden altın üretmesi için davet edilmiştir. 13. yüzyılın başlarında dönemin ünlü simyacıları Roger Bacon (1214/1220–1292), Albertus Magnus, ve Raymundus Lullus basit metalden altın üretme yöntemleri dışında simyanın diğer alanlarına yönelip, simyanın günümüz kimyasına yaklaşmasına öncü olmuşlardır. 14. yüzyılda Katolik Kilisesi simya karşıtı taraf olmuş ve 1317 yılında PapaJohn XXII simyacılığı yasaklamıştır. 17. yüzyıla gelindiğinde simya göreceli olarak az da olsa hala varlığını sürdürmekteydi. Simya döneminde simyacıların araştırmaları ve deneyleri vasıtasıyla birçok laboratuar tekniği geliştirilmiş ve çeşitli bileşik ve elementler keşif edilmiştir.

3. Geleneksel kimya

Bu dönem 17. yüzyıl sonuyla 19. yüzyıl başlarına denk gelmektedir. Johann Joachim Becher 17. yüzyıl ortalarında yanma ile ilgili Phlogiston teorisini geliştirmiştir. Bu teoriye göre her yanıcı madde phlogiston diye adlandırılan kokusuz, renksiz, tatsız ve ağırlıksız bir içerik içermekteydi ve bu içerik yanma gerçekleştiğinde yanıcı madde tarafından ortama salınmaktaydı.

Bu teori daha sonra Georg Ernst Stahl tarafından daha popüler bir hale getirilmiş 18. yüzyılın büyük bir kısmında genel kabul görmüştür. 1785-1787 yılları arasında FransızfizikçiCharles Augustine de Coulomb günümüzde Coulomb yasası olarak adlandırılan benzer yüklü maddelerin birbirini ittiği karşıt yüklülerin birbirini çektiği ve bu çekim ya da itim kuvvetinin hesaplanması için gerekli denklemi de içeren kanunu bulmuştur. Phlogiston teorisi 18. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Lavoisier tarafından çürütülmüştür. Daha önceden Phlogiston teorisine göre de-phogiston maddesi olarak adlandıralan maddenin oksijen olduğunu keşfetmiştir. 1803 yılında John Daltonatom teorisini kraliyet enstitünde ilk kez sunmuştur. Bu teoriye göre farklı elementlerin atomları, farklı ağırlıklara sahiptirler. Bu teoriyle modern kimyanın temelleri atılmış olur.

4. Modern kimya

Bu dönem 19. yüzyıl ve sonrasını kapsar. Heinrich Geißler (1814-1879) 1854 yılında suyun en yüksek yoğunluğa 3.8 C° ulaştığını kendi icat ettiği bir mekanizmayla göstermiştir (daha sonra bu sıcaklığın 3.98 C° olduğu bulunmuştur). Daha sonra Geisslerin icat ettiği vakum tüpüyle William Crookes atom teorisinde ilerlemeler kaydetmiş ve Cathode ray’i keşfetmiştir.[32]Eugene Goldstein(1850-1930)’ın çalışmaları protonun varlığını ispatlamıştır.J. J. Thomson (1856 – 1940) kendi atom modelini geliştirmiş ve 1906 yılında Nobel fizik ödülünü kazanmıştır. Mendeleyevperiyodik tabloyu 1869 yılında Kimyanın Prensipleri adlı eserinde yayımlamıştır. Bu periodik tabloda bilinen 63 elementi atom ağırlıklarına ve benzer özelliklerine göre sıralamıştır. Marie Curie (1867 – 1934) radyoaktiviteyi ve sonrasında Polonyum ve Radyum’u keşetmiştir. 1911 yılında Nobel kimya ödülünü kazanmıştır. Ernest Rutherford 3 çeşit radyoaktifliği alfa parçacığı (+), beta parçacığı (-) ve gama ışınını keşfetmiştir. Bu gelişmelerin sonrasında ve öncesinde daha birçok bilim insanının katkısıyla kimya bilimi günümüze ulaşmıştır. 2011 yılı Birleşmiş Milletler tarafından uluslararası kimya yılı ilan edilmiştir.

Yorum bırakın